Kitap Türküsü

Nevzat Çelik

ve bir gün eline 
                                    ustura ağzında sınanmamış 
                                    allı-pullu mektuplar geçerse 
                                    bil ki sevgilim 
                                    ben artık elleri üzerinde yürüyen 
                                    şaklabandan başka birşey değilim 

I 

koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku 
püfür püfür esmesin mayıs rüzgarları 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 
«yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu» 

yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu 
inadına yapış yapış havada bir gülün kokusu 
kan kırmızı oturmuşum yüreğimin ortalık yerine 
nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç 

koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku 
bana çocuklar betimle sokaklarda büsbütün gülen 
kitapların yakılmadığı bir ülke adı söyle kütfen 
yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu 

nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç 
iki eli var insanın bayrak tutmak için biri 
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela 
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak 
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı 
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya 
cehennem öfkeler yuttum gün yirmidört saat 
cennete çevirmek için güzelim yurdumu 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 
kan denizi uykulara kurşunlar çalıp 
düze ineceğim şu belalı başımı alıp 
eşkiya oğlu eşkiyayım duvar içre evet 
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku 

II 

canım 
sana bu mektubu 
gözlerim dolu 
yüreğim paramparça yazıyorum 
eline geçmeyecek biliyorum 
tepeden tırnağa kedere battığım şu saat 
bilmek yetmiyor fakat 

zulüm kanlı bir kene gibi başımda 
korkunç bir işkence sonrası 
        uzun sakallarımla oturduğum 
                          dört ayaklı masamda 
ne karanfil kokulu bir hemşirenin cebine benzeyen zarfım 
ne zarfın gül yüzüne kösnül bir öpücük gibi konduracak pulum 
ne de sigara kâğıtlarının dar boyutlarında başıboş 
                                                              bir hoş 
                                                              koşturacak kalemim var 

yokluk özrümü kabul etmiyor 
satır satır karıştı kanıma bir kere kitap 
ve ben metris direnişi içinden gözlerimi ısırarak 
                       elimi kanlı etime basarak 
                                    yazıyorum bu mektubu 

dur canım 
hemen kaynayıp kabarmasın yüreğin 
bu yazdıklarım 
        yazacaklarımın ne ilki 
                                ne sonu 
sarı saçlarını omzuna vurup 
                 okuyamayacaksan mektubumu 
          derim ki sana 
          sardunya kokulu balkonun kapısını aç 
                                               dağlara bak 
                           dağlar bir serin 
                           dağlar bir derin 
                                      bir rahat 
iyi dinlemeli dağları 
kulak basıp dinler gibi tepinen karnını bir kadının 
duyuyor musun çatırdıyor 
          nerde bir zincir varsa kolunda insanın 

belki bu ses 
parıldayan otuziki diş afrika karasında 
bu ses belki 
dehşetli güzel bir özlemle beklediğimiz haberi 
            melez avuçlarından üfüren 
            salvador'lu kardeşlerimin sesi 
belki kimbilir fakat hayır neden olmasın 
bu ses bizim dağlarımızın sesidir 
bizim dağlarımız kendi esintisiyle savrulan genç kızlarımıza benzer 
ve bizim kızlarımız 
korkunç bir sabırla tutuşan bacaklarını gizler 

gün gelir güneşli günlere yaslanarak 
sıyırırlar eteklerini bellerine kadar 
bir anda 
birdenbire bacakları arasından 
onbinlerce çocuk taşar kente 
düşün 
bir anda 
bir-den-bire 
ülkemizde çocuk taşkını 

neyse canım 
yaralıyım 
kanım azaldı 
benzim bir güz yaprağı gibi sarardı 
oysa sana anlatacaklarım 
                  anlatamadıklarım kadar çok 
sözü uzatmaya gerek yok 
dinle iki gözüm 
yüreğinle kafanla dimdik dinle 
yıl 1933 
10 mayıs berlin 
berlin'de faşizm kol geziyor 
berlin sokaklarından yüzbinlerce kitap 
                         opera alanına akıyor 
kitaplar yakılıyor 
kitaplar be 
kitaplar 

kitaplar hiroşima'lı çocuklar 
gibi yakılmazdan önce 
sermayenin gamalı uşağı goebels 
berlin üniversitesi önünde 
kırkbin kişiye söylev verdi : 
«alman düşmanlarının kitaplarını yakan ateş 
yüreklerinizde vatan sevgisini tutuştursun...» 
ve faşizm 
dumanında boğulacağını bile bile 
aç bir kurt gibi indi kitapların üstüne 

1933 yılında 
berlin opera alanı'nda 
kitaplar yakılacaktı 
inatçı yağıyordu yağmur 
koyu mavi gök delirmiş 
yığıyordu öfkesini bulut bulut 
ve hitler ve flick ve krupp 
yani açlık yani savaş yani faşizm 
oysa benim 
ne berlin üniversitesi kapısından girmişliğim 
ne opera alanını sarsarak gezmişliğim 
ne de bir hücre evinde kahrolarak 
        goebels'i dinlemişliğim var radyodan 
gene de mümkün değil acısını duymamak 
buruşup kalıyor ağzımda bak 
     sana söylemek istediğim en güzel söz 
bir düşün 
kırkbin insan 
kirkbin çift el 
                    ayak 
                        göz 
bu söylevi ağzı açık dinledi 
karşı yapının beşinci katında 
             genç bir soprano inledi 
berlin berlin olalı 
böyle kanlı bir gün görmedi 

o günden bugüne 
senin yaşın benim yaşım 
artı çocuk yaşı zaman geçti 
geçmedi fakat faşizmin korkusu 
çöreklenmiş toprağıma etime 
kanımı emiyor sürgit 
kanımda boğulacak 
itoğlu it 

çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı 
bir gün mutlaka.. evet ama nasıl ey ütopya 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 
şili şuramda yanılgı ve tarifsiz bir acı 
merhaba allende onurlu ölüm merhaba 
su paredon CIA ve richard nixon 
hayır sizin duvarınız evet su paredon (1) 
kastilya hançeri merhaba merhaba ispanya 
uzak asya vietnam merhaba merhaba ho amca 
kara öfkem mapusum mandela merhaba 
size de merhaba plaza de mayo anaları 
şu güzelim dünyamızda savaş ve kıyım 
şu güzelim dünyamızda sömürü ve zulüm 
şu güzelim dünyamızda işkence ve bin türlü cinayet 
yani emperyalizm yani yedi boğumlu akrep 
yani şu güzelim dünyamızda gökyüzü kadar mavi 
gökyüzü kadar sonsuz bir özgürlük açana dek 
davacısıyım bütün kayıp çığlıkların 

III 

ince uzun kaşlarına devirip kuşkuyu «iyi ama 
nedir bu satır aralarında kanayan yıldız» diye sorma 
neyse yüzünde gülücük 
gökte yıldız o 
bilmez miyim 
fakat neyleyim 
kanlanıp kararınca mektubum 
kalmadı başka bir yolum 
ve duyunca kitapların geceyi yırtarak gelen 
                                    o tarihsel çığlığını 
        milyonların adına öfkemi kuşandım 
        koğuş duvarını ikiye ayırdım 
                                çıktım dışarı 

-hıncımı anlatabilsem sana 
bir çocuk gibi kahırlanmak istiyorum 
bayramlık giysisi olmayan bir çocuk gibi 
                                         anlıyor musun 
geçti bizden 
biliyorum çocuk olamayız artık 
kar aklığını tanımadan saçımız 
tenimiz buruşmadan 
            ite kaka yaşlandık 
kahırlanmak istiyorum oysa 
bir çocuk gibi- 

dışarda birbiri üzerine yığılı yatıyordu kitaplar 
koridor boyu uzanıp kıvrılarak akıyordu kan 
tek bir acı dalgası vurmuyordu gözlerine 
sanki ellerimizden sökülüp götürülmemiş 
başları kesilmemiş karınları deşilmemiş de 
sanki okunuyormuş gibi güneşli ellerimizde 
ayaydınlık ve mutluydu yüzleri 

elbet mutlu olacaklar 
                ışıyacaklar elbet 
gün yirmidört saat metris'te 
kolay mı madrit'i yaşamak yeniden 
kolay mı bin küsur insanın 
tutuklu elleriyle çıplak 
et diş tırnak 
no pasaran diye haykırması (2) 

bin küsur insan 
kaynayan kemik tutuşan et 
ve birer çift gözden ibaret 
onsekizer kişiydiler koğuşlarında 
aralarında aşılmaz duvarlar vardı 

aşılmaz duvarları sesleriyle aştılar 
haykırdılar durmamacasına haykırdılar 
külrengi raflarda göbeklerini açmış 
harıl harıl direnişi yazıyordu kitaplar 

silahlı ve kalabalıktılar 
duvarlar onlar adına yükseliyordu 
zincirler kilitler sürgüler 
tank tüfek ve ölüm 
ve bomba ve korku ve zulüm 
ve yeryüzünde ve gökyüzünde 
bütün öldürüm silahları onlarındı 
bizim kenetlenmiş kollarımız 
ve kavgasını vediğimiz kitaplarımız vardı 

erkekler uzun sakallıydı (3) 
kızların al yanaklarında uzatacak sakalları yoktu 
yoktu ama 
herbiri uzun soluk taşıyordu güvercin göğüsleri içinde 
üfürdükçe dağ 
             soludukça orman 

yangınlı tepeler üzerinde rüzgarlı bulutlar uçarken 
dönüyordu tarihin tekerleği fırlayacak gibi milinden 
onlar etekleri ve saçları içinde tutsaklığı reddettiler 
ve cephe gerisinden önümüze 
                       feodal kafalarımızı kırarak geçtiler 

metris'in bir ucunda kızlar 
bir uzunda biz mapus 
aramızda c blok var 
c blok'un arka yüzünde 
arka yüzünün bir gözünde 
i n s a n s ı l a r  yaşar 
günde beş vakit secdeye varırlar 
yoldaşlarının kanında abdest alıp 
ve itirafnamelerini hatmederler 
korkunun rahlesine diz kırıp 

biz görüşe giderken kızlar 
kollarıyla pencereden 
yüklü birer dal gibi sarkar 
el ederler el ederiz 
birini sana benzetirim 
severim çünkü hepsini 
seni sevdiğim kadar 

IV 

bir yerlerde bir şarkı söyleniyordur 
gitar telinde aşk tınısı 
gümüş bir ay oturmuş gitar teline 
cırcır böcekleri ve yaldızlı kumlar 
kumda esrik kumda yalın ayak 
dil diş dudak öpüşüyorlarken tam da 
dünyadan ve yurdumdan uzak 
yurduma ve dünyaya yakın 
kan tadı gibi bir şey ağzımda 

omuzların üstünde üç maymun 
                                            neden 
maymun göz maymun dil maymun kulak 
bunca önemli mi kirli havayı soluyor olmak 
ne demekse yemek içmek çiftleşmek uyumak 
korka korka kapkara umutsuz 
                                               ne demekse 

sanıldığı kadar uzun değil tüfeklerin namlusu 
kurşunların menziline düşmeyen 
gece dürbünlerinin kâr etmediği 
ölümlerin ve işkencenin kâr etmediği 
                                     bir yeri var alnımın 
hiçbir nalçalı çizme çiğneyemez umudumu 
sanıldığı kadar kolay bir iş değil bu 

çekin şiirlerden arabesk gözyaşlarınızı 
küçük burjuva kaçkınlarınızı alıp gidin romanlardan 
nerde benim sanatım hani o başkaldıran 
liselim üniversitelim öğretmenim nerde 
nerde benim grevim grev gözcüm nerde 
bu işyerinde grev var ne güzel yakışırdı 
işyeri duvarlarına dayanışma pankartları 
neden cesedimin yüzü kaçırılıyor annemden 
annemin çığlığını kimseler duymuyor neden 
dörtbir yanım galile galileo 
nerdesin ey cordano bruno 
el uzatımı kedi köpek ölüsü 
                                         bir de insan 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 

delirmek gibi birşey susun lütfen 
kaç lekesiz duvara yapıştı diktatör fotoğraf 
bilen var mı kaç göz kaç duvarda kurudu 
portreci ressam defol natürmort sen de 
sen de daktilo tuşlarında şak-şak'çı aydın 
demiri döven ateşi eleyen el 
                                       nerdesin ey 

iki eli var insanın bayrak tutmak için biri 
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela 
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak 
kolların ucuna beyaz bir bayrak gibi çekilse de 
yatırsa da kendi gövdesini musalla taşına 
secdeye kapanıp kalksa da kendi ruhu için duaya 
yasak bir bildiri gibi taşınacak ceplerde elbet 
o en mükemmel ürün 
ve o en mükemmel alet 

ırmaktırlar belki sağnak yağmurları bekleyen 
denizdirler belki ufkunda kasırgalar gizleyen 
dağdırlar belki 
kalkıp yürüyecek devdirler belki 
belki bu yüzden topal karıncanın yürümesi duyuluyordu dışarda 
içerde 
kızılca kıyamet kopuyordu 

kendi ellerimizle kitaplarımızı vermezdik 
buyurun alın 
               yırtın 
                  yakın 
              diyemezdik 

V 

gün olmuş memedin yaşı yirmiyi bulmuş 
ağrı'dan kars'tan bitlis'ten van'dan 
ak-lı  kara-lı denizden doğu'dan batı'dan 
gelmiş gelmiş de metris'e gardiyan durmuş 

ayışığı ve dumanlı düşleri 
arasından çekilip alındığı gündü 
elektrikli elektriksiz copu gördü 
bir ağaç köküne benzeyen elleri 

neyin kavgasıdır bu pek aklı almadı 
delikanlılık da olsa serde 
kanlı-bıçaklı sevdalara da düşse 
savunmasız birine eli hiç kalkmadı 

kızarsa 
dertlenirse 
severse bir de 
toy bıyıklarını çiğner 
bir de ateşini karartmadan 
ucuz tütün içerdi 

herşey erkekçe olsun isterdi 
isterdi fakat 
metris'te emir 
                demir'i daha bir keser 
metris'te askerlik ölümden beter 
günde iki tayın ekmeğe 
bir kap nohuta bulgura 
vatan millet sakarya 

gardiyan memet 
silahı matarası 
          kaputu postalı 
gönlünde kırık sevdası 
«çanakkale içinde aynalı çarşı 
ana ben gidiyom düşmana karşı» 
             memede benzemiyor sevgilim 
memedin yüzü yurduma dönük 
yayla bakışları dumanlı ve sönük 
memet köyde 
memet kentte 
işyerinde hapisanede 
her yerde 
el uzatımı 
içimizden biri 
dostumuz 
kardeşimiz 

sokak aralarında memet 
ışıklı bulvarda memet 
kavşaklarda memet 
memet 
toprağın yüreği nerde göğsünü parçalayacak 
                                           gibi atıyorsa 
                                                     atacaksa 
        orada nöbete yatar 
        memedin elinde amerikan yapısı tüfek 
                      dağlarımızda ne arar 
memet 
memeeet 
süngünde ne var 
memet 
süngünde ne 

çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek 
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dakı 
kentlerde tutmayla biter mi onsekiz aylık nöbet 
evlerin sokakların ötesi kırlar tepeler 
ayak izleri kan damlası sargı parçası 
kar lapa cızırdayarak söner bir izmarit 
                                   ete bastırmış gibi 
ağacın kovuğu kurdun yatağı didik didik 
uykular tetik kaçılır kovalanır cana daralır 
kopup gelmiş sanki çocukluktan saklambaç 
o çukur senin bu ağaç benim patikaya dikkat 
zehir gibi kusar karaşafaklarına kar 
senin de kurşunlara göre bir yüzün var 
dağ büyük ağaç sık orman bir uğultulu kucak 
düşte tarhana çorbası düşte sımsıcak yatak 
ey güzel gün ey büyük sabır ey korkunç hasret 
durdurabilir mi kar fırtınasını sıcacık bir düş 
kıyasıya üşümüş buzdan bir yontu gibi baksana 
tavşan kanı ılıcık akıp gitmiş uykusundan 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 
vurulmuş da gencecik yana yatmış gibi bir dağ 
elin tetiğe bulaştığı yere kırağı düşmüş 
kim duyar gürültüsünü ey güzel gün ey büyük hasret 
kavgadır biter biter bir yerde elbet 

çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek 
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dalı 
yatırmış gövdesini tam onsekiz ay rehin 
öder borcunu gün sayarak parmak hesabı 

alırlar sonra pusatını elinden cıscıbıl kalır 
tezkeresi ve belleğinde bir ömürlük masal 
bir çalım uzatır bıyığını saçını sakalını 
kahvâne meclisinde adamdan sayılır 

erik dalı sanır kan çoğalır 
kan geceye taşar 
yıkılır birer birer 
                      etten 
                      ve kemikten yükselen barikatlar 
sayfalar savrulur sayfalar uçuşur 
sayfalar kana bulaşır 
sesler gelir bilmem kaç mapus yılı öteden 
vıcır vıcır bir kırlangıç şafağı içinden 
duvar uzar 
    duvar yükselir 
kahrolası duvar 

bu gelen sesler sorgulama sesidir 
bu gelen sesler insan olan insanı delirtir 
ince belli yağız bir attır öfke 
toynakları altında gök mavi bir ova yayılır 
sarınır terine yemyeşil bir rüzgâr yelesini ayırır 
dolu dizgin sürersin kendini sorgu odasına 

sorgu odalarından 
    sarı saçlarını savurarak 
           sen de geçtin bir zaman 
korkma 
ve anımsa 
ağzında haykıracak çığlığı olanın 
bir serçe gibi koparılamaz başı 

VI 

kapının karşısında büyücek bir masa duruyor 
masanın üzerinde biri diğerine yabancı iki el 
bir kıyım silahına yapışmış gibi terli ve soğuk 
iki maroken koltuk 
boş bir araba lastiği 
ve falaka 
ve önünde kör duvarın 
patlamış kara kumral tabanları 
                          tırnakları dökük ayakların 

tavanda bir uzun askı demiri 
askı demirinden kayışlar sarkıyor 
                  inip kalkıyor 
                           kalkıp iniyor 
                    kayışlarda kadın ve erkek kolları 
irili ufaklı kum torbaları 
çocuk yenleri gibi ıslak gözbağları 
ve manyetoya bağlı kırmızı uçlu teller 
sopalı sopasız işkenceciler 
ve diğerleri 
gece saat iki 

birinci işkenceci gençten yakışıklı 
saçlarını ikiye ayırmış ortadan 
bacaklarında paçası dar plili bir pantolon 
henüz toy eklemlerini birbirinden ayırmakta 
parçalamadan bağırsaklarını bir insanı kazığa oturtmakta 
                    ve kaldırıp penceren atmakta 
takılıp kalmasa aklına yatakta savruluşu sevgilisinin 
korkunç bir merakla bekleyecek sonunu işkencenin 

ikincisi aksayan bacağıyla allahına yan bakar 
bir bit gibi kırsam 
        kadınsı omuzları üzerinde yükselen armut kafasını 
                  kilosu kadar insan 
                  ve kitap 
                          kanı akar 

üçüncünün en büyük merakı 
akıma tutulan cinsel organların 
yaralı bir güvercin gibi çırpınması 
sabaha kadar bulamazsa eğer bir insan 
ya kendinde deneyecek kırmızı uçlu teli 
ya bir tutuklu kaldıracak uykudan 

bir yanından bakılsa 
öbür yanı görünür dördüncünün 
ama her kitabı kırk düğümlü ipte 
                kırk kez sallandırmaktan yana 
fikrimce çok iyi biliyor 
kime doğru uçmakta 
                «yayından fırlayan ok» 

beşincinin yanıbaşında sürükleyecek bir gölgesi bile yok 
  

nasıl büyükse cüceler ülkesinde gulliver 
öyle büyüktü odanın ortasında çakılı duran 
                    gözleri bağlı üç kitap 
              biri bilim 
              biri felsefe 
              biri sanat 

içlerinden biri bir yaprağını devirse üzerine cücelerin 
bir daha dönmemek üzere gömülürlerdi dibine tarihin 
besbelli bekliyorlardı büyük bir sabırla çalmasını o saatin 

insan emeğine kan 
insan emeğine sömürü 
bir sülük gibi yapışınca 
başladı kitap kıyımı 

isa'yı babasız 
isa'yı allem kallem 
doğurmanın sırrını bulmazdan önce meryem 
yani isa 
babasını inkâr 
gelmezden çok önce 
kötü yola sürüklediği gerekçesiyle gençleri 
                  öldürüldü aristofanes 

havaning adlı cüce 
başlatmak için uygarlığı kendisiyle 
ne varsa silip süpürdü çin'den 

ne kaldı geriye fırat kıyılarında 
havari'nin yaktırdığı kitaplardan 
biraz kül biraz duman.. 
yüreğimde cehennem yangını 

homeros konfiçyüs 
augustus şair dedem ovidius 
boccacio dante montaigne 
remarque böll einstein 
marx engels lenin 
gökçe nazım hasan hüseyin 
ve daha binlerce güzelliğim 
yakıldı 
yırtıldı 
yasaklandı 
ve kapatıldı ardına demir kapının 

silahlar yasaklanmadı hiç 
öldürmek öldürülmek yasaklanmadı 
sorgu odaları cezaevleri darağaçları 
yasaklanmadı sömürgeleştirmek 
zincirle doğmak zincirle büyümek 
bir gün olsun gülemedim demek yasaklanmadı 
yasaklanmadı legal yarı-legal illegal açlık 
tekelcinin dünyası savaş yasaklanmadı 
yasaklandı fakat kitaplar 

insan emeğine kan 
insan emeğine sömürü 
bir sülük gibi yapışınca 
başladı kitap kıyımı 

en önce ucuz bir roman kapağı içinde 
ne yapmalı duruyordu 
iliç belki bu duruma 
geniş alnını kaşıyarak gülüyordu 

günsel sen güzelim kadın (4) 
nasıl da hırslısın çakmak çakmak 
iki elinle bastırsan patlayacak 
binbir umutla büyüyen karnın 

sen bile dayanamadın 
ellerimizden sökülüp koparılmana 
oblomov hımbıl adam (5) 
hırkanı atıp kalktın ayağa 

bir yıldız gibi kayardın gavroche (6) 
geceleri paris sokaklarında 
paris'in sokakları senden sorulurdu 
paris'in sokaklarında barikatlar kurulurdu 
anımsa paris'te halk ayağa kalkmıştı 
fakat ellerinde bir tüfekleri kalmıştı 
avına kanatlanan bir şahin gibi sen 
tepeden tırnağa isyan tepeden tırnağa yürek 
atıldın düşmandan koparmak için birkaç tüfek 
vurulup düştün sokakları düştü paris'in 
küfret gene küfret gavroche küçüğüm 
argo dilini sevsinler senin 

bin erkek altından 
kızoğlankız kalkan 
oynak kalçalı tereza (7) 
şafak ucunda gecenin 
hedefini şaşmaz tükrüğünü 
bir mermi gibi yapıştır 
ablak yüzüne işkencecinin 

akhilleus peleus'un oğlu 
savunuyor diye troya'yı 
dur öldürme hektor'u 
hektor bir yiğit adam 
sen de inat etme Paris 
kimi seviyorsa helena 
sunsun ona şarabı elinden 
hermes haber ulaştır zeus'a 
poseidon apollon athene ares 
ey tanrılar durdurun savaşı 
akhalılar troyalılar gelin 
tunç kargınızla kalkanınızla 
bükülmez bileklerinizle gelin 
gelin hep birlikte gömelim işkenceyi 
                      ülkesinde hodes'in 

julius fuçik 
ibrahim 
çilemiz bitmemiş 
bitmemiş 
kardeşim 
  

VII 

sevgilim çilemiz bitmemiş delirecek şu duvar 
küçük küçük adımlıyordun yasak bir afiş gecesini 
konuşmasını öğreniyordu insandan önce duvar 
vurup duruyordu caddeye serseri bir ayaz 
çılgın gibi bütün ağaçlar nisan sonu muydu? 
aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik açmıştı içimde 
toyluk işte bayram yerine gider gibi gelmiştin 
anımsa kırmızı boyun atkımı dolamıştım boynuna 

kınından fırlamış bir bıçak gibi aykırı güzeldin 
bir gelincik açmıştı içimde aklımı-fikrimi çelmiştin 
bir gelincik kanatılmıştı sonra kan kırmızı 
ayaklarım bir durak erkene almıştı geleceğin yolu 
                                                                     ne bilsin 
pusu son buluşmamıza ihanetle kurulmuştu 
ayrılık bozkır gecelerine kalkan tren gibi bir çığlık 
göğsüne göğsümün şeklini basıyordum 
                                                  öpüşüyorduk 
pusu patlıyordu üstümüze ihanetle kurulan 
sen karanlığa koşuyordun 
                                  ay buluta 

kasıklarımda kan kuruyordu ay buluta koşuyordu 
çıkmadı aklımdan saçlarını rüzgâra yatırışın 
kapanıp kalmışım beşiktaş'ta bir balıkçı tezgâhına 
ellerimin altında ıslak bir kedi miyavlaması 
bir tekme buldu ağzımı dişlerimi tükürdüm 
ihaneti alıp koydular karşıma seni sordular 
ihaneti ülkemi seni ve ölümü düşündüm 
yağmurun tıpırtısı gibi kesildi ayak seslerin 
ay buluta girdi dedim içimden ay buluta girdi 

kaç yaşındaydım yirmi hayır yüz belki bin 
rüzgâr gibi öfkeydim asıldım askı demirine 
pencereden sarkıttılar inkâr deldim adımı 
şakağımda tabanca alıp götürdüler bir ıssıza 
ay buluta girdi dedim içimden inkâr geldim adını 

münferit filanmış işkence ne büyük yalan 
obur köpekler gibi bacaklarımın arasında ceryan 
«bana bir aşk masalından şarkılar söyle» 
insan ne garip şeyler düşünüyor işkencede 
bir kitabın denizlerine inerdik olur olmaz 
iskandil düşürerek varırdık hedefe kürek kürek 
zorlu birer kartaldık kanat veren gök fırtınalara 
biliyorum o tren bir daha uğramaz o gara 
bir sır gibi saklanacak son buluşması dudaklarımızın 

çığlığıma çığlıklar bulaşıyor yan odadan 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 
bir el gelip yapışıyor göğüslerine kızın 
sunmak için cehennem ağzına elektrik telinin 
ayak parmakları el parmakları yani aşk tarağı 
sorgucu sorar sorular sorar gün uzar gece uzar 
çocuk çığlıkları gelir bir sokak öteden 
anne olamayacağı düşer kızın aklına 
aşk yuvası yıldırım düşmüş bir kovuk 
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya 
oyuncak tren yürütür bir evde bir dolu çocuk 
gözler trende gözler ray dönemeçlerinde vuut vuut 
hayır bu vapurdu tren uzun geceler gibi bir çığlık 
biliyorum o tren uğramaz bir daha o gara 
bu kollar bir daha dolanamaz boynuna biliyorum 
radyatör demirine bağlı bileğimdeki kelepçenin bir halkası 
bir halkası güzel günlere 
             yok bunun ortası 
içimde harman sarıları vızır vızır oğul arıları 
içimde bataklık kuşları leş kargaları 
içimde tank paletleriyle ilerliyor ihanet 
en amansız stalingrad savunması beynimde 
bir ucu öldürülmek işkencenin belki kalır belki kalmaz adın 
öteki ucu ihanet adın yapışıp kalır belleğine halkın 

ayaklarımın dibinde çırpınıyor ağzımdan boşalan kan 
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından 
en savunmasız en masum anılarımı yokluyor 
belleğime bir sıçan gibi sokulan el 
inadına geliyor aklıma unutmak istediklerim 
ihanetin menziline girmeyen bir yeri var fakat direncimin 
bir kilim gibi katlayıp yaktım geçtiğim bütün yolları 
kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım 

kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım 
ekmek yasak su yasak düşlerimde serin bir ırmak 
kalkar yanıbaşımdan bir kere kalkmaya görsün halk 
güneşli günleri alıp eline göz gez arpacık 
bir kere kalkmayagörsün... susuyorsa darılma 
uyanmamak üzere dalıp gitmek bir uykuya 
uyuma ulan uyuma ulan 'lan 'lan 
anneni var ya anneni... hani baban... 
                        annem benim 
seni de soruyorlar kardeşim seni de sevgilim 
sözcüklerle soyuyorlar sizi tarifsiz iğrenç 
kurşun döküyorlar beynimin ortalık yerine 
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı 
bir gün mutlaka... sesli konuş ey ütopya 
vakitsiz ötüyordur şimdi kumrular 
kırlangıçlar vıcır vıcır kırlangıçlar saçak altı 
hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç 
delirecek şu duvarlar mümkünü yok 
  

VIII 

güneşten topraktan senden ve kitaptan uzak 
hangi sözcüğü kaldırsam altında bir kundak 
sinsi bir bıçak kolluyor en masum düşlerimi 
oturmak istiyor yanağımın çukuruna örümcek 
belki bu yüzden yangın gibi birşey ağzımda 

herşey benim dışımda herşey benden uzak 
ey ütopik hamak ne kadar sıcaksın ve ne kadar rahat 
peki ya neden güzel günler derken ben 
birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem 
kıyıları koyları yumuşak başlı dağları 
        sevmiyor muyum eskisinden çok 
her dalından yaşam ağacının 
        koparmayı istemiyor muyum güzel bir an 
bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı 
        düşlemiyor muyum ranzama sırtüstü uzanıp 
düşlüyorum istiyorum seviyorum fakat 
düşlemekle istemekle değişmiyor bu hayat 
değişmiyor canım 
türkçemizin en güzel en sert ve en yumuşak 
                                sözcüğü direnmek'i 
öğrenmeden büyük harflerle 
                                            yaşayarak 

şimdi sen uykunun en derininde 
kavganın en serininde olabilirsin 
bir kurşunun önünde kurşundan hızlı kaçabilirsin 
aldı alacaktır canını yaktı yakacaktır saçını 
ve belki herkes kapatmıştır sana kapısını 
ve belki senin hiçbir kapıyı çalamıyor elin 
fakat şundan emin ol ki sevgilim 
ayaydınlık bir kitap gibi 
sayfalarını savura aça 
metris içinden istanbul'a sarkan çığlığımıza bakıyor 
                  güzelim bir dünya

Mayıs 1983-Nisan 198