Ölü Sirenler

Edip Cansever

Gerçekte duymadığım sesler bitti 
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız 
Karıştırdı ortalığı bir süre 
Gök akıttı bir parça yağmurunu 
Ve deniz kuşları umutsuz 
Arıyorken kokularını gölgelerinde 
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de 
Yığılıp kaldı yorgun 
Denizin gözbebekleri üstünde. 
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı 
Gökgürültüsünü de barındıran içinde 
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden 
Tiz bir çıngırağı andıran 
Benzeyen zil sesine de 
Daha önce unutmuşum gibi denizde 
Yankılanıp durdu ara vermeden. 

Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk 
İki tek ağustosu çarpıştıran 
Sızdıran kanını bu yaz gününe 
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte 
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim 
Bekletip durdu  da acısını bunca yıl 
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme. 

Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda 
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de 
Yıllarca beklemişti kendini 
Yeşimden sapı olan bir kılıçla 
Bense ne içimi yakan rüzgarı 
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü 
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil 
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca 
Bir çürük dişle alnımdaki 
İki üç kırışığı yedeğine takmış da. 

Özledim ilkelliğimi dalgalarında 
Buldum savaşı bitmez derinliklerini 
karıştırdıkça bir kargının ucuyla 
Gördüm, bekliyordu kendini de o da 
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi 
O turuncu ruh, değişken 
İzledim onda ilk oluşumu sanki 
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden. 

İşledim payıma düşen her görüntüyü 
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca 
Rüzgarın itişiyle kumlarda 
Durmadan yer değiştiren 
Sayısız siren iskeleti 
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında 
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu 
Tarihin onlara bağışladığı 
Bu garip raslantıdan 
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi 
Kemikleri som altından. 

Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin. 
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi 
Tanrım! tunç bir kapı kilidi 
Bronz bir sokak 
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı 
Kimbilir kimin külrengi kalbi 
Tanrım! 
Neden herkes başka tarafa bakıyor 
Neden herkes başka biriydi. 

Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan 
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan 
Arı kümeleri taşların arasında 
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi 
Uçuşuyordu da 
Ağır ağır yanıyordu da şehir 
Yanmayan kadınlar gördüm 
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından 
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda 
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım. 
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz 
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da 
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka 
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan 
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına 
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda 
Bir büyü gösterilirdi 
Bir kuyu sezdirilirdi 
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda. 

Akşam geri verince bana gözlerimi 
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da 
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini 
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa 
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi 
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin 
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.