Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası

Nazım Hikmet Ran

İlkönce yağmurla 
sonra birdenbire açan güneşle başlamıştı sabah. 
Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla. 
Harp esirleri çoktan iş başındaydılar. 
Topraktan nefret duyarak 
                                     - halbuki köylüydü birçoğu - 
                                              tıraşlı ve korkak 
                                                            çapalıyorlardı patatesleri. 
Suluboya, solgun resimleri hatırlatıyordu insana 
                                                  köy kilisesinden gelen çan sesleri. 

Pazardı. 
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı 
                                            kadınların değil, 
içlerinde büyük memeli kızlar, 
                           ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı. 
Maviydi gözleri. 
Başları önde, 
kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı. 
Terliydiler. 
Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu. 
Kürsüde muhterem peder 
                                   "beyannameyi" okuyordu, 
                                                  - gözlerini gizleyerek -. 
Renkliydi pencere camlarından biri. 
Bu camdan içeri giren güneş 
                             duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde 
                                                              eski bir kan lekesi gibi. 
Ve hiçbir zaman 
               doğurmamış olan 
göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk : 
                                     başı öyle büyük 
                                     o kadar inceydi ki kıvrılmış bacakları 
                                                      hazin ve korkunçtu. 
Önlerinde kandil yanıyordu 
                                            eski 
                                                   sert 
                                                          ve boyalı tahtayı aydınlatıp... 

İki adam boyundaydı tahta heykel. 
Şeytan saklanmıştı arkasına 
                                    - kaşları çekik, sakalı sivri, 
                                         Mefistofeles olması muhtemel,-- 
ve âlim bir tebessümle 
                                   dinliyordu muhterem pederi. 
"- Avrupa'nın bekası, 
                                    (okuyordu beyannameyi muhterem peder) 
       Avrupa'nın bekası için harbediyoruz." 

Dinliyordu Şeytan 
                              sivri sakalında keder 
ve âsi ve selîm aklına 
dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan. 

Okuyordu rahip : 
" Avrupa milletleri el ele verip 
                                                harbediyoruz, 
      ve mutlak imha edeceğiz 
                                            medeniyet için tahripçi bir unsuru."

Şeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini 
ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip 
                                                  kaldırdı elini 
                                                                  rahibe doğru 
                                              - etsizdi, uzundu bu el, 
                                                   hakikat gibi, kemikli ve kuru -. 

Ve ne olduysa o anda oldu işte. 
Renkli camın altındaki kadın 
          çırılçıplak göründü kıpkırmızı güneşte. 
Memeleri ağırdı 
ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler. 
Düşürdü kâadı muhterem peder 
                                        ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı : 
"- Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye. 
       Harbediyoruz, 
       fuhşun bekası için, 
       kerhane kapıları kapanmasın diye. 
       Ve sen orda, arkada 
       içinde beyaz entarisinin 
       bir erkek çocuğu gibi duran, 
       sen orospu olacaksın kızım. 
       Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler 
                                                büyük şehirlerimizden birinde. 
       Baban dönmeyecek 
       Yatıyor şimdi yüzükoyun 
                                      çok uzak bir toprağın üzerinde. 
       Şimdi kan içindedir 
                                   etli, kalın kulaklar 
                                   ve ince kollarının dolandığı boyun. 
       Yattığı yerde yalnız değil. 
       Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada." 

Kendi sesinden ürkerek 
                             sustu rahip. 
Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu. 
Kadife ceketli bir erkek 
                           - ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin - 
                                bir şeyler söylemek istedi. 
Sivri sakalını kaşıdı Şeytan, 
                                 rahibe : "Devam et," - dedi. 
Ve muhterem peder 
                          başladı tekrar konuşmaya : 
"- Harbediyoruz : 
       pazar ve mal nizamının bekası için. 
       Kömür, lâstik ve kereste, 
       ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti 
                                                                       satılmalıdır. 
       Patiska, benzin 
                          buğday, patates, domuz eti 
       ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet 
                                                                    satılmalıdır. 
       Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun 
                                               ve ihtiyarlığın emniyeti 
                                                                       satılmalıdır. 
       Şan, şeref ve saadet, 
       ve 
       kuru kahve 
       topyekun pazar malı olup 
                            tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır. 
       Harbediyoruz : 
       harbi bitirdiğimiz zaman 
       aç, işsiz ve sakat 
                      - harp madalyasıyla fakat - 
                                   köprü altında yatılmalıdır..." 

Yine sustu muhterem peder. 
Şeytan emretti yine : 
"- Naklet onun macerasını, 
       o ne idi, ne oldu, anlat..." 

Ve anlattı rahip : 
"- Onu hepiniz hatırlarsınız, 
       toprağın içindeki bir patates tohumu gibi 
                                         fakir, 
                                                   çalışkan 
                                                               ve neşesiz geçti çocukluğu. 
       Sonra uyandı birdenbire 
                                           on yedi yaşına doğru. 
       Yine fakirdi, çalışkandı. 
       Fakat aylarca gidip 
                                     bulutsuz bir denizde 
                                                      altında sönük yelkenlerin 
       sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın 
                               yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi... 
       Mahallede sesi en güzel olan insandı 
                                                  ve en güzel mandolin çalan. 
       Hatırlıyorsunuz değil mi 
              size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin 
              ve mavi kurdelesini 
                                            mandolininin?.. 
       İçinizde kimin kalbini kırdı, 
                                               kime yalan söyledi, 
                                                       sarhoş olduğu vaki midir, 
                                                       ve kiminle dövüştü? 
       Çocuklara saygısını 
                               ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz? 
       Belki biraz kalın kafalı 
                               fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz 
       onu geçen sene harbe gönderdik. 
       Şimdi gerilerinde cephenin 
       işgal altındaki bir köyün odasındadır. 
       Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul 
                                       bir tahta masanın üzerinde. 
       Beli çıplak 
                   pantolunu dizlerinde 
       başında miğfer 
       ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler. 
       Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu 
                                       direkte bağlı bir erkek. 
       Dışarda yağmur yağıyor 
       ve uzaktan uzağa motor sesleri. 
       Kadını masadan yere iterek 
                  doğrulup çekti pantolonunu... 
       Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu, 
       hatırlıyorsunuz değil mi 
               size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin 
               ve mavi kurdelesini 
                                              mandolininin?" 

Yine birdenbire sustu muhterem peder. 
(Susabilmek bir hünerdir 
                             insanın ağzından çıkan sözler 
                                                                     kendine ait olmazsa.) 
Fakat tahta Meryem'in arkasından 
yine emretti Şeytan : 
                     "- Rahip, devam et," - dedi. 
Ve devam etti rahip : 
"- Harbediyoruz. 
       Çalıştırılan insan yığınları 
                                      birbirine devrederek zinciri, 
       karanlık ve ağır, 
                        beton künklerin içinde akmalıdır. 
       Ve sen kocakarı 
                        - ön safta, solda, diz çöküp 
                                      yüzü eski bir kâat gibi buruşuk olan - 
                             seni temin ederim ki 
                                      kilise kapısında oynayan torunun 
                                      - beş yaşında, 
                                           başı altın bir top gibi yuvarlak - 
                                      dedesi, 
                                                 senin kocan, 
                                      babası, 
                                                 senin oğlun 
                                      ve komşuların gibi 
                                                 kömür ocaklarında çalışacak. 
       Hiçbir şeyi 
                         ümit etmemeyi 
                                                  öğrensin. 
       Bu maksatla 
                    uçuyor bombardıman birliklerimiz 
                               tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp 
                                                                         iki gergin kanatla. 
       Ve motorlarına benzinle beraber 
                                              belki bir parça keder dolarak 
                    (öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir şey), 
       uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak 
                       bombardıman birliklerimiz 
                                      birbiri ardından giden dalgalar halinde... 
       Harbediyoruz : 
                     öldürdüklerimizin sayısı 
                                        - bizden ve onlardan 
                                             aralarında meme çocukları da var - 
                                    şimdilik 
                                             beş altı milyon kadar. 
       Harbediyoruz : 
                     kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri. 
       Harbediyoruz : 
                     parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde 
                                                                      hapisane demirleri..." 

Hakikat çok taraflıdır. 
Fakir bir Şimal kilisesinde 
                            - Şeytan'ın iğvasıyla da olsa - 
                                       fakir bir papaz 
                                                  onu o kadar uzun anlatamaz. 
İnzibat kuvvetleri aldı haberi 
                                     - kadife ceketli orman bekçisinden - 
                                     gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi. 
Ve asfalt yolun üzerinde 
                           arasında silâhlı iki adamın 
                                                             giderken muhterem peder 
Şeytan baktı arkasından : 
                                     çekik kaşlarında ümit 
                                                                   ve sivri sakalında keder. 
  
                                                                                                      12.9.1941 
  
Not : 
Alamanya yıkıldı. 
Temerküz kampından kurtarıldı muhterem peder. 
Ve yine Şeytan'ın iğvasına uymasaydı eğer 
önemli Alaman demokratlarından biri olurdu bugün 
                                   Anglo-sakson işgal bölgelerinden birinde. 
Halbuki yine uydu Şeytan'a. 
Ve yine bir pazar günü ve aynı kilisede yine 
batılı müttefikleri meth ü sena edeyim derken 
41 yılında söylediklerinden bazı fasılları tekrarladı aynen 
                                                bilhassa mal nizamına ait olanları. 
Ve Katolik bir Amerikan subayının emriyle 
                                   (tevkif edilmediyse de bu sefer) 
                                             kovuldu kiliseden muhterem peder. 
Yine arkasından baktı Şeytan : 
                                    çekik kaşlarında biraz daha çok ümit 
                                    sivri sakalında biraz daha az keder... 
                                                                                            1946 Şubat 17