Ukbâ Mülâhazası

Ölüm bir derin uyku, uyku ölüme tam eş;
Biri dünya, öbürü ukbâ buudlu kardeş. 
Ölüm hareketsiz bir saat, durgun bir ırmak;
Uyku akrep-yelkovan arasındaki tik-tak... 
Birinin nabzı ölüm hissiyle atar-durur,
Birinden taşan endişe, tâ rûhlara vurur. 
Ölüm sırlı yolculuk, mezar tıpkı bir konak;
Her yanda sereserpe insanlar yaprak yaprak... 
Hepsinde ukbâ ciddiyeti, uhrevî vakar...
Ve bir diriliş ümidiyle beklerler bahar... 
Sessiz bir çağlayan içinde yüzerler gamlı;
Sevinç ve endişeyle yutkunurlar devamlı...
Kiminin rengi apak, kiminin ki sapsarı,
Kimi de hazan ortasında bekler baharı. 
Kiminin çehresine âdeta ziftler akar,
Kiminin sîmasında sanki şimşekler çakar...
Bîhuzûr bakışlar... huzûrla tüllenen yüzler...
Kapkaranlık geceler... pırıl pırıl gündüzler...
Kan-irin içenler... ve ziyâ yudumlayanlar...
Sürüm sürüm olanlar... her dem O’nu duyanlar... 
O’na uyanmış gözlerde sevinç damlaları,
Cennetlere denktir onların hâtıraları. 
Görür gibi olurlar Firdevs’i az ötede...
Ve hûri besteleri dinlerler perde perde... 
Ayak basıyor gibi bir gelin odasına,
Yürürler aşkla dopdolu vuslat adasına. 
Menzilin, mesafenin olmadığı o dünyâ,
Uğrunda canların fedâ edildiği rüyâ... 
Daha ötede ise sessiz bir sürü hayran;
Ne zaman var, ne de mekân, bir O, bir de insan...